Quantcast
Channel: Damy's Kitchen
Viewing all articles
Browse latest Browse all 213

YENİ HAYATIM

$
0
0
Hiç istemeden o kadar uzun bir ara vermişim ki; hayatımın "Ege" kısmından bloguma devam edip, böylelikle arayı biraz olsun kapatabilirim diye düşündüm. Ve bu sürecime uzaktan şahitlik eden herkesin kafasındaki soruları biraz olsun yanıtlamış olurum belki.

Biz 3 yıl evvel bir hayal kurduk eşimle birlikte ve 2 Ekim Günü; yani tam 4 ay evvel İstanbul'u temelli ardımızda bırakarak hayalimizin peşinden bilinmez bir yola çıktık. Kulağa çok güzel geliyor; öyle de zaten. Fakat o noktaya gelene kadar her şeyin kusursuz ve şen şakrak bir ruh hali içinde olmadığını rahatlıkla söyleyebilirim. Çünkü her ne kadar şehre dair her şeyden kopmayı sabırsızlıkla beklesek de köklerimizi saldığımız şehir; aile; dostlar ve alışkanlıklardan uzaklaşmak çok kolay olmadı.

Her kafadan çıkan sesle mücadele etmek de keza öyle. Fakat bu hayatta sadece bir kere var olduğum gerçeği ve ne kadar vaktimin kaldığını asla bilemediğim bir hayatta, avucumda sahip olduğum andan daha kıymetli hiçbir şeyimin olmadığını bildiğim için; kulaklarımı tıkadım, duygularımı içime gömdüm ve bu hayata dair ‘gerçek’ bir şeyler yapmak istedim. Yarınımın bir öncekilerle tıpatıp aynı olmasını değil, her günün karşıma farklı bir serüvenle çıkmasını diledim. "Ya pişman olursanız?" sorusunu çok işittim ve cevap olarak;
"Pişmanlık da hayata dair bir tecrübedir ve pişmanlığı yaşamış olmak bile hiç tecrübe etmemiş olmaktan güzeldir" dedim. Sadece dış sesim değil, iç sesim de bunu söyledi hep; ve hala böyle. Şu an; bu satırları zeytin ağaçlarına bakarak; bir yandan kulağıma kuşların melodisi değerken yazıyorsam eğer, bir an sonrasında pişman olmaya da razıyım.
"Çünkü şu an her şeye bedel."

Büyük şehirden bir sahil kasabasına göç etmeye dair hayaller sadece toz pembe değil elbette. Her şeyiyle düşünüp tartmak ayaklarınızın yere daha sağlam basmasına yardımcı oluyor. Şimdi o tipik "Ege'ye yerleşmek", "sahil kasabasına göç etmek" dendiğinde merak edildiğini tahmin ettiğim konuları üç başlıkta kısaca toplamak istiyorum. Fakat elbette ki çiçeği burnunda bir Akdeniz-Ege’li olduğumu hatırlatmalıyım; henüz şu ana kadar edindiğim tecrübelerimle yazmaktayım. Zaman denen o çok değerli, avucumuzda tutamadığımız şey gösterecek bizim için neyin nasıl olacağını... :)


Yöre Seçmek


Büyük şehirden kopmak istiyorum ama benim/bizim için en doğru yer neresi? Bu elbette ki hepimizin kafasından ilk geçenlerden bir tanesi oluyor. Bu noktada aslında herkesin kendi hayat şekli, yaşam tarzı, beklentileri, önde tuttukları belirliyor yaşayacağı yeri. Örneğin büyük şehirden tam anlamıyla kopmak istemeyen veya iş potansiyeline göre bir yer bakanlar genellikle İzmir veya çevresindeki ilçeleri seçiyor.

Ancak biz, asıl hayalimiz olan Muğla’ya; Marmaris, Bodrum ve Fethiye’ye yoğunlaştık. İlk iki ayımızı ev bulana dek Marmaris’in Selimiye Köyü'nde geçirdik. Geçirdiğim süre; orayı çok sevmeme rağmen yaşayabilecek kadar olmadığını anlamama yetti. Bodrum ise; sunduğu imkanlar ile büyük şehirden geçişi oldukça yumuşatan bir yer olmasıyla çok düşündüğümüz bir yerdi. Fakat bu bölgenin aşırı göç nedeni ile hem oldukça kalabalıklaşması, hem “küçük İstanbul” denebilecek kadar şehirleşmeye yaklaşması, hem de maddi şartların şehirden neredeyse farksız olması sebebiyle vazgeçtik. Ve sonunda kalbimiz Fethiye’nin bir kasabasını seçti. Şimdilik kendime saklamayı tercih ediyorum, Instagram'da paylaştığım fotoğraflardan buraları tanıyanlar zaten hemen anlıyorlar. :) Doğasına her gün yeniden aşık oluyor; bu coğrafyaya sahip bir ülkede yaşadığım için şükrediyorum.


Geçim


Herkesin en merak ettikleri arasında ilk 3’e giren o soru; “peki nasıl geçiniyorsunuz?”
Elbette ki yaşamak için geçimini sağlamak şart ve İstanbul’dan koparken bizi de ikilemde bırakan; "yapabilecek miyiz"in üzerinde defalarca konuştuğumuz bir konu bu. Öncelikle eşimin de benim de işimiz bilgisayar ve telefonumuzun bize eşlik ettiği her yer. Eşim dijital işler yapıyor; web ve grafik tasarım, sosyal medya yönetimi, profesyonel fotoğraf ve video çekim hizmeti gibi. Ekipmanı ve bilgisayarı neredeyse orayı iş yeri belliyor anlayacağınız. Birlikte yönettiğimiz, içerik sağladığımız çeşitli markalar da mevcut. Benim sosyal medyada yürüttüğüm başka işler de oluyor ve zihnimde projeler var. Dolayısıyla belli bir düzenimiz var ve buraya beraberimizde taşıdık.


Fakat; yine de potansiyelimizin en büyüğünün şehirlerde olduğu gerçeğini asla inkar edemem. Devamını sağlayabilecek miyiz bu düzenin ve burada kendimize yenilerini katabilecek miyiz bilemiyorum, tamamen bir muamma. Dolayısıyla şehirden koparken göze aldığımız birkaç maddeden bir tanesi de buydu. Ve bence bu adımı atmak isteyen herkesin etraflıca düşünmesi gereken bir şey. Benim hayat görüşüm; beni yakınen tanıyanların da bildiği gibi, fazlası değil sadece kendime yetecek kadarına sahip olmak. Hayata dair hırslarım yok, hayallerimde kendimi konumlandırdığım önemli pozisyonlar yok, büyük paralar peşinde koşmuyor, en büyük zenginliğimin sağlığım, kalbimdeki sevgi ve doğaya dair tutkum olduğuna inanıyorum. Daha az kazanayım ama daha çok nefes dolsun kalbime diyenlerdenim. Dolayısıyla bu konuda çok doğru bir rol model olmayabilirim. :)

Buralara göç edenlerden gözlemlediğim kadarıyla ise; büyük firmalarda çalışıp da bir anda her şeyi bırakıp buralara gelenlerin bir kısmı elinin emeğini işe çeviriyor; başarılı olduğu bir hobisi ile para kazanıyor ve belki terfiler almıyor ama her yeni güne huzurla başlıyor. Başka bir kısmı toprağı tanımaya, üretmeye başlıyor. Gayrimenkul danışmanlığı da buralarda oldukça revaçta olan meslek tercihleri arasında. Dediğim gibi; hayatta çoğu zaman her şey aynı kusursuzluk ve dengede olamıyor, dolayısıyla büyük bir adım atmak, vazgeçiş ve cesaret gerektiriyor.



Sıkılmıyor musunuz?


“Yaşınız daha şunun şurasında kaç, deli misiniz ne yapacaksınız öyle bir hayatta çok sıkılırsınız.” Aile büyüklerimizden dahi defalarca kez duyduğumuz cümlelerden bir tanesi. Bir ara o kadar çok söylenmişti ki düşünmediğim bir şeye inanırken bulmuştum kendimi; adım atmamızı 3 yıl geciktiren faktörlerden birisi de belki budur. Halbuki bunu söyleyen çoğu kişi ev ve iş arasında mekik dokuyan bir hayat yaşadığının farkında bile değil. En son hangi tiyatroya gitmiş, hangi etkinliğe keyifle katılmış; kendisine sorduğunda cevap dahi alamıyorsun. Çünkü ne yazık ki şehir yorgunluğu diye bir gerçek var; hangimiz sırf trafik çilesi çekmemek için evde kalmaya razı gelmiyor ki? Buna rağmen tüm bunları söylediğimde aldığım cevap; “Olsun, varlıklarını bilmek bile yeter, gidebileceğin güzel cafeler, avm’ler, etkinlikler olması gerekir.” Bu hayatta başımıza ne geliyorsa “elimizin altında dursun, bir gün lazım olur”dan geliyor zaten. Eşyada da insanda da hayatı yaşayış tarzımda da bunu asla yapmıyorum artık. Bir şeyi son 1 yıldır giymediysem demek ki yeri yoktur hayatımda da dolabımda da, tutmanın bir anlamı yok. Sırf görüşmek olsun diye birisiyle görüşüyorsam ve özel bir anlam ifade etmiyorsa onunla paylaşımlarım; hayatımdan eliyorum. Ve evet; sakin bir hayatı seviyorsam elimin altında bir gün gidebilme ihtimalimin olduğu çeşitli cafeler ve kapısından adımımı attığım an nefesimin daraldığı avm’leri tutmuyorum.

İstanbul yaşamımın son yıllarında en çok evde vakit geçirdiğim bir gerçekti; burada da bir şey değişmedi. Canım sıkıldığında sahile inmek, ormanda yürüyüşe çıkmak, bir çay bahçesinde nefeslenmek hepsine bedel geliyor. Sessizliğe kulak vermek de öyle. Tüm algılarım açık; yürümek gerçekten yetiyor. Fakat burada da bir parantez açmam gerekiyor. Herkes ben gibi değil; burada da biraz uçuk bir örnek olabilirim. Belirtmem gerekir ki; özellikle kış aylarında ilçe veya şehir merkezinden uzak köy ve kasabalar gerçekten oldukça tenha oluyor. Yazın sahip olduğu cıvıl cıvıl ruhtan eser kalmıyor, sokaktaki kedi ve köpeklerle dost oluyor, kuşlara selam verirken buluyorsunuz kendinizi. Çevre sahibi olmak, kafa yapınıza uygun arkadaşlıklar edinmek belirli bir vakit alıyor. Eğer ki kendinize yetemediğinize inanıyorsanız bunun üzerinde çeşitli çalışmalar yapmak veya en azından kışın daha hareketli olan yerlere yönelmek sizin için daha iyi olacaktır.

Fakat onun dışındaki düşüncem belli; emekliliği beklemek, hatta belki de hiç gelmeyecek bir zamanı sırf “sıkılmak” korkusu ile ertelemek yaşamı ertelemek demek, bunu kendinize yapmayın. Doğada nefes almanın, toprakla bir olmanın, yağmurda yürümenin yaşı yoktur; varsa da şimdidir.

Bu üç ana konu ile şimdilik yazımı noktalıyorum; bu başlıkların daha da detaylanarak devamı gelsin istiyorsanız yorum olarak bırakabilirsiniz, böylece talebe yanıt verebilmiş, size bir nebze faydalı olmuş olurum.


Şimdi kendime bir soru sormak istiyorum yazımın sonunda;
“Peki nasıl hissediyorsun?”

Üzerinde birkaç saniye düşündükten sonra ilk dilime gelen “yenilenmiş” oldu. Kendimdeki eksikleri telafi etmeye çabaladığım; biraz yavaşladığım, yaşadığımı hissettiğim bir döneme kucak açtım.

"Bazen Bahar" kitabı; “Bir bahçeyi beklemek” hikayenin ismi.. Diyor ki; “Doğanın bir parçası ol ve sadece yaşa.”

İşte tam olarak bu cümleyi hayatım yaptım, yaşıyorum...



Viewing all articles
Browse latest Browse all 213

Trending Articles


Mide ağrısı için


Alessandra Torre - Karanlık Yalanlar


Şekilli süslü hazır floodlar


Flatcast Güneş ve Ay Flood Şekilleri


Gone Are the Days (2018) (ENG) (1080p)


Yildiz yükseltme


yc82


!!!!!!!!!! Amın !!!!!!!!!


Celp At Nalı (Sahih Tılsım)


SCCM 2012 Client Installation issue